Anadolu'nun Kadın Balıkçıları

11.08.2021

Anadolu’da kadınlar yüzyıllardır sessizce ağ atıyor. Binlerce kadın balıkçı, geleneksel kıyı balıkçılığının yaşaması için göllerde, nehirlerde ve denizlerde emek veriyor.

Doğa ve insan ilişkisinin en özel örneklerindendir geleneksel kıyı balıkçılığı. Ülkemizde kadınların bu meslekteki yeri yeterince bilinmemesine rağmen yüzyıllardır kadın ve erkek, balıkçılık kültürünü birlikte yaşatıyor. Balıkçılık yapılan bölgenin coğrafi özellikleri ve biyolojik çeşitliliği bu kültürün çeşitlenmesini beraberinde getiriyor. Kullanılan balıkçılık malzemeleri, tekne şekilleri, teknede geçirilen süre, hatta teknede yenilen yemek de bu kültürün parçaları... Muğla çevresindeki kadın balıkçıların çocuklarına “seni leylekler getirdi” demek yerine “ağı attık sen çıktın” demesi de bunun örneklerinden. Tekne üzerindeki yaşamı anlatan pek çok deyim de bulunuyor. Örneğin teknedeki koşullar nedeniyle hızlı ve pratik yemekler yapan kadın balıkçılar, bu durumu “tencere kapağında yemek pişirmek” sözüyle ifade ediyor.

Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı diğer adıyla geleneksel balıkçılık, on iki metreden küçük balıkçı tekneleriyle denizel kıyılarda ve iç sularda yapılıyor. Kullanılan balıkçılık araçları uzatma ağları, parakete, kaldırma ağları, olta ve pinter, sepet gibi tuzakları kapsıyor. Bu malzemelerin balıkçılığa hazır hale gelebilmesi için el işçiliği gerekiyor. Geleneksel balıkçılığa, adını veren de aslında bu malzemeler ve hazırlanmasında hâlâ geleneksel bilgi kullanılmakta. Bunların hazırlanma süreçleri, balıkçılar arasında farklı isimler alıyor. Örneğin parakete sepetine oltaların takılması işi için “paraket (paragat) bağlama”, uzatma ve kıyı sürtme ağlarına mantar ve kurşun bağlanmasıysa “ağ donatma” olarak adlandırılıyor. Bu balıkçılık araçlarının kullanım şekilleri değişiklik göstermekle birlikte ülkemizde geleneksel balıkçılığın yapıldığı her yerde kullanılıyor.

Türkiye’de doğal ve baraj göllerinde, nehirlerde ve denizlerde geleneksel balıkçılık tarihi bilinmeyecek kadar eskilere dayanıyor. Ancak coğrafyanın zorluğundan ve göçebelikten ötürü balıkçılığa yakın tarihte başlayan yerleşim yerleri de bulunuyor. Beyşehir Gölü’nde üzerinde köy yerleşimi olan tek ada olan Mada, tam da böyle. Adada yaşayanlar, 1970’li yıllara kadar balıkçılığı bilmediklerini hatta civar köylerle balık ve keçi peynirini takas ettiklerini anlatıyor. Bugün adada neredeyse her evde kadınlar ve erkekler birlikte balıkçılık yapıyor. Kurduğu sofradan, söylediği söze kadar balıkçılıkla iç içe olan bu kadınların meslekteki varlığı pek bilinmiyor. Bu bilinmezliğin en temel nedeni kadınların balıkçılıkta tayfa olarak görülmesi. Ayrıca su ürünleri kooperatiflerine aileden tekne sahibi bir kişinin yani eşlerinin ortak olmasının yeteceği fikri. Bu durum resmi kayıtlarda kadını görünmez kılıyor ve sorunlarını çözebilecekleri balıkçılık politikaları üretilememesini beraberinde getiriyor. Zira yaş ortalaması kırk olan kadın balıkçıların çoğunun sosyal güvencesi yok. Özellikle denizde çalışan kadın balıkçıların kronik sağlık sorunları yaşadığı biliniyor. Belki de en önemlisi; tekne üzerinde çalışan çoğu kadının yüzme bile bilmeden bu mesleği sürdürüyor olması.

Bursa’daki Uluabat Gölü’nde kadınların balıkçılığa katılması, göl karidesi olarak da bilinen ve ekonomik değeri yüksek kerevitte, mantar hastalığı oluşmasıyla başlıyor. Bu mantarın oluşması nedeniyle av yasağının çıktığı 1986 yılına kadar, kadınlar sadece kerevitin av aracı olan pinteri örüyordu. Bu tarihten sonra balıkçılıktan kazanılan gelirin düşmesi ve teknede tayfaya para ödenemez duruma gelinmesi nedeniyle kadınlar, eşlerinin yanında balıkçılık yapmaya başladı. Gölyazı Köyü’ndeki kimi kadın balıkçılar, başta göle çıkmaktan çok korktuklarını anlatıyor. Bugün Gölyazı Köyü’nde yüz kadar kadın balıkçı, göle emek veriyor.

Gökova Körfezi’nde balıkçılık yapan Gülsiye Ulugedik, kendi balıkçılık öyküsünü şöyle anlatıyor: “Eşim balıkçı olduğu için balıkçı oldum. 1983’ten beri denizdeyim. İki senedir tek başıma balığa çıkıyorum. Üç çocuğumu denizden kazandığımla, bu denizin balığıyla büyüttüm. İlk çocuğumu yedi haftalıkken yanımda balığa götürdüm. Şimdiyse eskisi gibi balık yok, denizde balıkçılık yapmak artık çok zor. Eskiden otuz kilo balık çıkınca balık yok derdik. Şimdi otuz kilo balığı üç dört günde zor tutuyoruz. Biz ekmeğimizin peşindeyiz, çalışmak zorundayız. Televizyon önünde oturmanın kıymeti yok.”

Kadınlar, meslekte tayfa olarak görülmekle birlikte balıkçılığın gerektirdiği ağ atma, ağ toplama, ağ örme gibi işleri yerine getirip tüm zorlukları yaşıyor. Bu zorlukların başında biyolojik çeşitliliğin azalması geliyor ve bundan en çok etkilenen, maalesef kadın balıkçılar. Göllerde, nehirlerde ve denizlerde yasadışı av, kirlilik, iklim değişikliği nedeniyle türlerin azalması, istilacı türlerin artması ve kıyı alanlarının tahribatı kimi yerlerde kadınların balıkçılığa eşlerinin yanında katılmak zorunda kalmasını, kimi yerlerde de balıkçılıktan uzaklaşmasını beraberinde getiriyor. Kadınların balıkçılığa katılımının bölgeye göre değişiklik göstermesi, balıkçılık yapılan alanın büyüklüğü ve teknenin durumuna bağlı olarak değişiklik gösteriyor.

Tüm bu sorunlar, kadınları ilgilendiriyor gibi görünse de aslında tüm aileyi, doğayı ve ülkemizi ilgilendiriyor. Yaş ortalaması kırk olan kadın balıkçıların meslekten uzaklaşması ve gençlerin yetişmemesi geleneksel kıyı balıkçılığının yok olmaya yüz tutan meslekler arasına girme riskini artırıyor.

Balıkçılığı biyolojik çeşitlilikten; kadın emeğini erkek emeğinden ayrı görmeyen balıkçılık politikalarını hayata geçirmek bu alanın ihtiyaç duyduğu en temel yaklaşım. Balıkçılık, denizel ve içsu türlerine, habitatlara yönelik araştırma çalışmaları yürüten üniversiteler, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve su ürünleri kooperatifleri kıyı balıkçılarının en önemli paydaşlarından. Göllerde, nehirlerde ve denizlerde kıyı balıkçılarının sayısının giderek azalması, bu alanlara yönelik gözleme dayalı verilerin de azalması anlamına geliyor.

Ülkemizde kadın balıkçılarla ilgili verilerin ortaya konduğu ilk akademik çalışma 2008 yılında yapıldı. Akdeniz Koruma Derneği, 2013 yılından bu yana Muğla’da Gökova Körfezi’nde, Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgeleri ile Beyşehir Gölü’nde kadın balıkçılarla beraber çalışıyor. Bu çalışmaların en temel amacını; kadın balıkçıların yerel ve ulusal düzeyde görünürlüklerinin artması ve balıkçılık politikalarına kadın balıkçıların da dahil edilmesi oluşturuyor.

Türkiye’nin Kadın Balıkçı Durum Raporu

Bu çalışma, 461 su ürünleri kooperatifiyle tek tek görüşerek nerede ne kadar kadın balıkçı olduğunu ve kaçının bir kooperatife ortak olduğunu ortaya koyuyor. Buna göre ülkemizdeki 3.070 kadın balıkçıdan 61’i tek başına balıkçılık yapıyor ve sadece 414’ü su ürünleri kooperatifi üyesi. Bu rakamlar, kadınların balıkçılıkla ilgili sorunlarının çözümü konusunda örgütlenme yetersizliğini, tayfa olarak değerlendirilmelerini ve resmi verilerde yeterince yer almamalarını da açıklıyor.

Anadolu’ya Ağ Atanlar: Kadın Balıkçılar Projesi

Akdeniz Koruma Derneği’nin Beyşehir Gölü’nde yürüttüğü bu proje, kadın balıkçıların da dahil olduğu balıkçılık politikalarının oluşturulabilmesi için Türkiye’de nerede ne kadar kadın balıkçı olduğunu ortaya koydu. Böylece ilgili kamu kurumlarının bu alandaki çalışmalarına katkı sağlanması hedefleniyor. Ayrıca Beyşehir Gölü’ne emek veren kadın balıkçılar için malzeme desteği ve ülkemizdeki diğer alanlardan kadın balıkçıların durumu ve toplumsal cinsiyet konulu buluşmalar hayata geçiriliyor. Proje, GEF Küçük Destek Programının (SGP) desteklediği ve Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği (SURKOOP) ve Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV)’nın ortaklığı ile yürütülüyor.

Yazı: Esra Kartal, Huriye Göncüoğlu

Fotoğraf: ©SPA/RAC, Artemisia Bodrum

Kaynak: Magma Dergisi, Kasım 2017