“Bunca yıldır ben hayatımı canlıları öldürerek kazandım; artık yaşasınlar istiyorum” diyor yılların balıkçısı Ercüment Altınsoy, eşi Semra ile Gökova’da yaşadıkları teknelerinde konuşurken. Bir balıkçının ağzından duyulabilecek zor sözler bunlar. Yıllardır Gökova’daki balığın ve balıkçılığın çöküşüne tanık olmuş Ercüment. “Ben Gökova’da balık bitmez diyordum; bitti. Aşırı avcılık, yasadışı avcılık bitirdi buraları” derken Ercüment aslında sadece Gökova için konuşmuyordu. Bütün kıyılarımızda denizlerdeki sorunu özetliyordu. Sadece bizim kıyılarımız mı? Bütün Akdeniz, bütün dünya okyanusları. Aşırı avcılık bugün dünya denizlerinin karşılaştığı açık ara en büyük problem. Bu yüzden Ercüment Altınsoy Gökova’da 2010 yılında ilan ettirmek için uğraştığımız “Balıkçılığa Kapalı Deniz Koruma Alanları” için bizi cansiperane desteklemişti. Akdeniz’deki diğer güzel örneklerine baktığımızda, balıkçılığa kapalı deniz koruma alanları iyi korunduğu taktirde ilk üç yılda çok ciddi bir balık artışına sahne oluyordu. On yıl sonra ise besin zincirinin üzerindeki büyük balıklar (orfoz, lahos gibi) erişkin boylara ulaşarak korunan alanı el değmemiş statüsüne yaklaştırıyordu. Akdeniz’in insanlığın ilk zamanlarında nasıl göründüğüne ilişkin elimizde tarihsel kanıtlar olmadığı için el değmemiş teriminin ne olduğunu tam bilemiyoruz. Acaba okyanustaki resifler gibi büyük köpekbalıkları çok muydu? Bugün besin zincirinin en büyük halkası olarak görülen Akdeniz foklarının sayısı neydi? Yine de bildiğimiz bir şey varsa o da büyük balıkların sayısının artmasının sistemin yeterince sağlıklı olarak işlediğini göstermesi. Akdeniz’deki güzel örneklerin hepsi İspanya ve Fransa’daydı. Doğu Akdeniz’de örnek alabileceğimiz bir başka örnek yoktu. Acaba Gökova’da yaratmaya çalıştığımız örnek başarılı olabilecek miydi? Türkiye’nin de imzalamış olduğu “Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu Sözleşmesi” 2000’li yılların başında koyduğu hedefte, 2010 yılında dünyada korunan deniz alanlarının yüzdesini %20 olarak belirlemişti. Daha sonra 2010 yılında bu hedef noktası 2020’ye taşındı. Henüz Akdeniz’de korunan deniz alanları %1’den bile daha az durumda. Dünyada ise ABD Başkanı Obama’nın 24 Eylül 2014 tarihinde ilan ettiği Pasifik Okyanusu’ndaki dünyanın en büyük deniz koruma alanına rağmen (490,000 km²) yüzde bire gelmiş değil.
Peki Gökova’daki balıkçılığa kapalı alanları kim koruyacaktı? Türkiye’nin her yerinde deniz üzerindeki denetlemelerden sorumlu Sahil Güvenlik Komutanlığı’na bağlı botlar. Aslında balıkçılıkla ilgili denetimler Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın görevleri arasında öncelik sırasına sahip değil. Olmaması da çok normal. Her gün yüzlerce mültecinin denize açılıp Avrupa sınırlarına kaçmasına engel olmak ve denizlerdeki seyir güvenliğinin tesis ve kontrolü, Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın en öncelikli görevleri arasında geliyor. Avrupa Birliği ülkelerinde ise balıkçılık ile ilgili kontrol ve koruma işleri mevcut “Deniz Koruma Alanı Yönetimi” tarafından kurulan ekiplerle gerçekleştiriliyor. Yani bizdeki karşılığı “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü”. Bakanlığın deniz alanlarını korumak için maalesef yerelde böyle bir birimi bulunmuyor. Üstüne üstlük Çevre Bakanlığı Orman Bakanlığı’ndan ayrılıp Şehircilik Bakanlığı altına alındığı zaman, Türkiye’nin bütün korunan alanlarının yönetiminden sorumlu “Özel Çevre Koruma Kurumu” kapatılarak yetkileri yeni kurulan bakanlığa devredildi. Mevcut durumda balıkçılığın yönetimi ve denetimi 1971 yılında çıkarılan 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün yetkisinde. Maalesef bu kurumunda deniz ortamında denetleme yapabilecek bir alt yapısı ve istekliliği bulunmuyor. Yasadışı avcılığa karşı verilen mevcut cezaların caydırıcılıktan çok uzak olması, 100 TL’lik bir ceza kesmek için Sahil Güvenlik botlarının binlerce liralık yakıt harcayarak olay yerine gelmesine ve koruma etkinliğinin düşmesine sebep oluyor. 2010 yılında Gökova’daki alanlar ilan edildikten sonra etkin korumanın sağlanamaması, yerel balıkçılarda büyük hayal kırıklığına sebep oldu. Akdeniz Koruma Derneği olarak 2012 yılının sonunda bölgedeki yerel balıkçılardan seçtiğimiz adaylar ve hızlı botlarla Gökova Körfezi’nde “Deniz Koruculuğu” adı altında bir proje başlattık. Tamamen anayasal haklarımızdan yararlanarak yasadışı bir aktiviteyi resmi kurumlara bildirme sorumluluğumuz çerçevesinde deniz korucuları, yasadışı aktiviteleri görüntülerle belgeleyerek Ören’de konuşlanmış olan Sahil Güvenlik Komutanlığı yetkililerine bildirmeye başladılar. Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın desteği ve yol göstericiliğiyle sistem bir süre sonra meyvelerini vermeye başladı ve deniz korucularının denetimleri hem caydırıcılık, hem yasadışı aktiviteleri belgeleme hem de alanlar ile ilgili bölgeye gelenleri bilgilendirme konusunda çok etkili olmaya başladı. Deniz korucularından Karacasöğüt Mahallesinden İskender Demirel “Yıllarca balık avladığım alanları korumak ve balıkların tanık olmadığım kadar artmasına yardımcı olmak çok güzel bir görevmiş” diyor. Her sabah 5:30 da göreve çıkıyor İskender. Değirmen Bükü ve yakınındaki alanlarda devriye gezdiği gibi yazın çok yoğun tekne akımına uğrayan alana gelen teknelere de Gökova’daki koruma alanlarıyla ilgili broşürler dağıtıyor. “Bu sene çok sayıda tekne sahibi de beni arayarak ihbar vermeye başladı. Çoğu zaman onlar da burada avlanmanın yasak olduğunu bilmeyenleri uyarıyor” diyor İskender. Yapılan çalışmanın olumlu sonuçları herkesin ilgisini ve desteğini de beraberinde getiriyor. Etkili koruma kısa süre içerisinde balıkçılığa kapalı alanlardaki balık miktarının artmasında da büyük rol oynadı. 2013 yılında yapılan Balıkçılığa Kapalı Alanların durumuyla ilgili değerlendirme toplantısında, bölgenin en büyük Su Ürünleri Kooperatifi olan Akyaka, alanların kapatıldığı 2010 yılından bu yana gelirlerinin yaklaşık %53 arttığını beyan etti. Bu artışa bölgede çoğalan balık miktarının yanı sıra, serbest alanlara kadar seyir yapmak istemeyen yarı zamanlı balıkçıların (balıkçılık dışında başka gelirleri de olan kişiler) balıkçılığı bırakması ve mevcut stokların daha az sayıda geçimi tamamen balıkçılığa dayanan bir grup tarafından avlanması da yardımcı oldu. Demek ki balıkçılığa kapalı alanların balıkçılık yönetiminde görülmeyen faydaları da vardı. Akdeniz Koruma Derneği’nin yürüttüğü “Deniz Korucuları Projesi” 2013 yılında dünyada “Yeşil Oscar” olarak bilinen “Whitley Ödülünü”, 2014 yılında da “Birleşmiş Milletler Ekvator Ödülünü” kazandı. 2014 yılında AKD’nin yürüttüğü izleme çalışmaları sonucunda, Balıkçılığa Kapalı Alanların en büyüğü olan Değirmen Bükünde balık miktarının korunmayan alanlara kıyasla yedi kat daha arttığı tespit edildi (Grafik 1 göndereceğim). Daha da sevindirici olan ise lahos ve orfozun yapılan izleme çalışmalarında her geçen sene daha fazla sayıya ulaşması. Yani etkin koruma devam edebildiği sürece ideale doğru yaklaşılıyor. Başarılı, güzel ve tekrar edilebilir bir örnek yaratmaya” çalışıyoruz diyor Ege Üniversitesi Su ürünleri Fakültesi’nden Doç. Dr. Vahdet Ünal. Aynı zamanda Akdeniz Koruma Derneği kurucularından olan Vahdet Ünal, alanda yıllardır en fazla çalışma yapan insanların başında geliyor. “Bakanlığın yapabileceği çok şey varken fırsatları kaçırıyor. Özel Çevre Koruma Bölgesinde balıkçılık da özel yönetilmeli. Gökova’da sürdürülebilir balıkçılık için örnek bir yönetim modeli yaratılmalı” derken Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün daha aktif ve samimi olması gerektiğini savunuyor Vahdet Ünal. Devletin sağlaması gereken koruma ve izleme şu anda Akdeniz Koruma Derneği tarafından gerçekleştiriliyor. Peki ne zamana kadar? Devlet için çok komik olabilecek maliyetleri bir sivil toplum kuruluşu ne kadar süre ile karşılayabilecek? İşin başlangıcı itibarı ile AKD Fauna Flora International adlı vakfın desteğinde üç yıllık bir süre için finansman bulabilmişti deniz korucuları için. Bu süre 2015 yılı sonunda dolacak. Bu üç yıl içerisindeki başarılı uygulama daha sonrasında ya devlet tarafından desteklenmeli ya da sorumlu resmi kurum deniz koruculuğunu kendi bünyesinde devam ettirebilmeli. Verilen üç yıllık emek ve daha öncesinde yapılanların boşa gitmemesi, Türkiye’de devletin denizlerini korumada istekli ve ciddi olduğunu gösterebilmesi için.
Gökova Körfezi ve Datça Yarımadası balıkçılığın sosyo-ekonomik etkileri açısından Türkiye’de özel bir yere sahip. Yaklaşık 120 kadar kadın balıkçı var bölgede. Çoğu kocalarıyla çalışan kadın balıkçıların bir kısmı ise yalnız başına denize açılıyor. Akdeniz Koruma Derneği, tek tek bütün kadın balıkçılara ulaşarak onların sorunlarını ve beklentilerini araştırdı. “Ege’nin Kadın Balıkçıları Projesi” adı altında 70’den fazla kadını bir araya getirerek onlara sürdürülebilir balıkçılıktan kadın haklarına, mikro kredilere kadar bilgi verdi. Proje yürütücüsü Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Dr. Huriye Göncüoğlu aynı zamanda Akdeniz Koruma Derneği yönetim kurulu üyesi. “Bu kadar kadın balıkçıyı kocalarının egemen olduğu bir sektörde bir araya getirebilmek yaptığımız en zor şeylerden birisiydi” diyor. Birleşmiş Milletler Küçük Destek Programı tarafından finanse edilen projede katılan bütün kadın balıkçılara malzeme desteği, kıyafet, plaket ve bir de altın hediye edildi. Türkiye Su ürünleri İstatistik Enstitüsü (TÜİK) verilerinde bile yer almayan kadın balıkçılar toplantı başlangıcında utangaç davransalar da sonradan hemen hepsi sorunlarını ve beklentilerini ifade edebilme fırsatını yakaladılar. İlk defa kadın oldukları için özel ilgiye tabi tutuldular. Kadın balıkçıların farkındalığı ve desteği sürdürülebilir balıkçılık için belki de erkeklerden daha da önemli bir rol oynayabilir. Bozburun’daki kadın balıkçıların içerisinde Memduha Dinç’in özel bir yeri var. Yıllardır tek başına denize açılıyor Memduha. Alzheimer hastası anne ve babasına bakacak birini bulduğu gün denize çıkıyor. “Çocukken annemin dutlarda yetiştirdiği ipeklerden babamın yaptığı balık ağı Bozburun’daki ilk balık ağıydı” diyor. “O zaman 100 metre ağ atardık. Çıkan 100 kilo balığı bütün gün oturup temizlerdik” diyor. Geceden attığı ağı toplamak için sabah altıda birlikte çıkıyoruz. 200 metre ağı özenle ve ustalıkla topluyor. Toplam 4 kilo balık çıkıyor ağdan. Hiçbiri de Memduha için makbul türler değil. “Biz bunları yemeyiz bile. Balık da balıkçılık da bitti buralarda” diyor ağları temizlerken. Memduha’nın öyküsü Akdeniz’in nereden nereye geldiğini anlatmaya yetiyor. Bir zamanlar yüzlerce kilodan bugün işe yaramayan dört kilo balığa düşen bir av verimi varsa varsa balıkçılığın kötü yönetildiği gerçeği karşımıza tekrar çıkıyor.
Sürdürülebilir balıkçılığın önemli noktalarından birisi de av sahalarının sağlıklı kalabilmesi. Yıllardır her gün atılıp kaldırılan kilometrelerce ağa takılıp yukarı alınamıyor ya da kayboluyor. Bu ağlar sualtında avlanmaya devam ettikleri için “Hayalet Ağlar” deniyor. Resiflerin bu ağlarla kaplanması sonucu çok sayıda avlak sahanın verimi düştüğü gibi kendi kendisine avlanmaya devam eden ağlar çok sayıda türü de yok ediyor. 2013 yılında Akdeniz Koruma Derneği, Gökova Yelken Kulübü ile birlikte daha önceden yerleri tespit edilen hayalet ağları yine Birleşmiş Milletler Küçük Destek Programı yardımıyla temizlemeye başladı. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç. Dr. Adnan Ayaz’ın başkanlığındaki ekip daha önceki yıllarda Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesinde yerlerini belirledikleri ve balıkçılar tarafından bildirilen diğer kaybolan av araçlarını temizlediler. Sualtında halen kilometrelerce kopmuş parakete var. Ağlar kadar zararlı etkisi olmasa da çürümeyen plastik bir kirlilik görüntüsü resifleri kaplıyor.
Doğu Akdeniz’de artan deniz suyu sıcaklıkları Kızıldeniz’den Süveyş Kanalı veya gemilerin safra tanklarıyla gelen istilacı türlerin kışın da hayatta kalmalarına ve çoğalabilmelerine olanak veriyor. 2003 yılında Akdeniz’deki ilk kaydı Gökova Körfezinden verilen balon balığı Lagocephalus sceleratus, uygun yaşam ortamı bulduğu doğu Akdeniz kıyılarında inanılmaz bir hızla artarak yerel türler üzerinde ciddi bir av baskısı oluşturdu. Keskin dişleriyle av araçlarına verdiği zararlar öyle seviyeye geldi ki geleneksel balıkçılığın en büyük problemi balon balığı olmaya başladı. Balığın organlarındaki ölümcül zehir tetrodotoksin (TTX), balığın tüketildiği anda ciddi hayati tehlike yaratmasına ve insan dâhil hiçbir düşmanı olmadan diğer türlere baskın gelmeye devam etmesine sebep olmaktadır. Akdeniz Koruma Derneği 2013 yılında balon balığının Türkiye kıyılarında balıkçılığa verdiği zararların tespiti ve balığın içerdiği zehrin mevsimsel ve bölgesel dağılımını incelemek için detaylı bir proje gerçekleştirdi. Yine UNDP GEF Küçük Destek Programı tarafından desteklenen proje sonucunda balon balığının etkin olduğu kıyılarımızda balıkçılığa verdiği yıllık zararın 20.810.541 TL olduğu tespit edildi. Projenin yürütücüsü Akdeniz Koruma Derneği yönetim kurulu üyesi ve Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan Yard. Doç. Dr. İnci Tüney, balon balığının her mevsim bütün dokularında zehir tespit ettiklerini, hiçbir şekilde türün yenilmemesi gerektiğini belitti. İlaç sektöründe çok kıymetli bir yeri olan TTX adlı zehrin balon balıklarındaki miktarını da araştırdıklarını söyleyen İnci Tüney, pazarlanabilmesi durumunda balon balığı balıkçılığının güney kıyılarımızda yeni ve karlı bir balıkçılık sektörü yaratabileceğini de belirtiyor. Böylece hem bu arsız istilacı balığın üzerinde bir av baskısı yaratılmış olacak hem de ekonomiye kazandırılabilecek.
Gökova Körfezi bugün bir avuç insanın gayretleriyle küçük ölçeklerde de olsa korunmaya çalışılıyor. Herkese güzel bir koruma ve balıkçılık yönetimi yaratabileceğimizi göstermek için. Bundan sonrası resmi kurumlardan ve halktan ilgi ve sorumluk bekliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı acaba bir sivil toplum kuruluşunun taşımaya çalıştığı bayrağı devralmak isteyecek mi? Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Vahdet Ünal, Özel Çevre Koruma Alanlarında balıkçılıkla ilgi sorunların çözümünün çok da zor olmadığını, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün birlikte çalışmasıyla sürdürülebilir balıkçılığın sağlanabileceğini iddia ediyor. Ancak bunun için paydaşlarla birlikte çalışma kültürü, samimiyet, kararlılık ve isteklilik gerekiyor.
Yazı-Fotoğraf: Zafer Kızılkaya, AKD
Kaynak: Magma Dergisi, 2015